16 Mart 2011 Çarşamba

hem.. hem..

hem bloguma yazı yazmaya devam etmek istiyorum hem de açıkcası keyfim kaçtı.
yok dns ayarları değişimi, yok yeni blog kurup taşınmacalar gibi uğraşılara sokulmama sinir oluyorum.
ama seviyorum yazmayı. ayrıca blog yazarlarına kıymet veriyorum, yapılan işi önemli buluyorum.
neyse, unutalım ve klavyemize bakalım.

aşağıda konu ile ilgili bir blogger yorumu bulacaksınız.

sana

 


sabahın körü, kapı çalındı, yine gelen sütçü değildi.
zulmü de bal eyleyeceğiz birlikte, dayanışmayla, omuz  omuza..  güçlü ol arkadaşım.
o içerdeyken hepimiz tutsak sayılırız.

2 Mart 2011 Çarşamba

taşındım

malum blog mahalle sakinlerini tahliye ettiler, sorgusuz, sualsiz. e taşındık hepimiz çaresiz.
yeni  adresim http://aryadustugonlume.wordpress.com/

sevgilerimi iletirim...

yasaklar cumhuriyeti

google blogger yine bir yasak yedi. sebebi elbette yine ve yeniden digiturk. bireylerin özgürlüğünü hiçe sayarak ticari kaygılarının peşinden giden bu şirket bloglarımıza ulaşmamıza engel koydu. tabii biz internet yasakları cumhuriyetinde yaşadığımızdan mütevellit arka yollardan geldik ama evimize girdik. - ♥f sevgilim, saol. sebebi şuymuş buymuş önemi var mı? tvde açıklama yapıyor şirket çalışanları. elcevap: yemek blogu okuma ~ home tv izle spor blogu okuma ~ lig tv izle popüler kültür blogu okuma ~ tv izle... nankörlük etme! digiturke uçan tekme atmak isteyenler, e-mail atın, ha bu arada gmailin de son günleri olabilir, malum bir mahkeme kararı hoop yassak gardaşım yassak... destek@digiturk.com.tr ben gönderdim.içinizde kalmasın, yoksa ülser yapıyor.

25 Şubat 2011 Cuma

sözün bittiği yer

içim sıkılıyor son günlerde. istisnasız her gün bir kadın cinayeti haberini okur, duyar olduk. 2009 senesinde veri tabanımızda rakam olsun diye gazetelerdeki kadına yönelik şiddet haberlerini arşivliyordum. bildiri vblerde dönüp baktık arşive. bir seneye yakın haber arşivledim, kayıtlar doldu taştı. her gün şiddet haberlerini okumaktan kimyam bozulmuştu, sonra devam edemedim. zaten bianet arşiv yapmaya başlamıştı, o yeterdi. feminist hareketin yoğun uğraşları sonucu kadına yönelik şiddet görünür hale geldi. yasalarda olumlu acılardan değişiklikler yapıldı. evet mi evet.. işte bir de 'ama' var ki bu 'ama'lar apaçık ortada olan acı gerçekler. rakamlar katliam boyutlarına ulaştı. daha ne söylenmeli, ne yazılmalı bilmiyorum/z/. yasalarda yapılan iyileştirmelerle bu katliamın durmayacağı ortada. devlet kadını koruyamıyor. gerçekten koruyamıyor... yumruk gibi göğsüme oturmuş olan endişeyi paylaşmak istiyorum zira sıkıntımı paylaşmak için sabahtan beri bir kaç arkadaşı aradım ama konuşmalar içimdeki kara bulutları dağıtmadı. bugün iki senedir kocasından bosanmaya çalışan müvekkil ö.aradı.gelecek haftaki duruşma hakkında konuştuk, tam kapatacakken beni tehdit ediyor, sayemde yaşıyorsun diyor dedi. ateş basti bir anda bana ama endişemi belli etmedim ve ivedi olarak suç duyurusunda bulunalım dedim.hayır sakın yapmayın, öldürür beni dedi. detayları atlıyorum. dakikalarca dil dökmeme rağmen ikna olmadı, çünkü çok korkuyor. aynı evde yaşamıyorlar. ev ve iş yeri adresini gizliyoruz. mahkeme bizden bağımsız sebeplerden uzamakta ve işkence haline geldi artık. ö.isyan ediyor, ben ise ona bir şey olacak diye endişeli. her zaman yanında ve harekete geçmek için hazır olduğumu bil demekten başka bir şey gelmedi şimdilik elimden. şimdilik.. bilgi: pazar günü ; üsküdar'da boşanmak istediği kocası tarafından iki gün önce öldürülen kadının, can verdiği yerde basın açıklaması yapılacak. ............................................

24 Şubat 2011 Perşembe

23 Şubat 2011 Çarşamba

anadolu'nun isyanı


metalaştırılmaya çalışılan su başlıklı yazıyı yazarken henüz bu videoyu izlememiştim. bugün buldum, izledim. içim sıkıldı yine. sinir bastı, ofladım.pek çok arkadaşım ile paylaştım. izlenesi ve izlettirilesi bir video.

http://vimeo.com/19937849

20 Şubat 2011 Pazar

masallar ve toplumsal cinsiyet

masal denince ne geliyor aklımıza? kül kedisi, pamuk prenses, kurbağa prens ya da uyuyan güzel... hemen hemen her çocuk bilir bu masalları, çizgi filmlerini izler. o masallarda roller öğretilir. kadınlar güzel, ince ve zariftir,erkekler ise güçlü, savaşçı vb.. işte bize öğretilen tüm bu roller daha küçük yaşta masallarla zihnimize işler. bize nasıl kadınlar/ erkekler olmamızı ince ince fısıldar sanki. aryamu'ya masal okumaya pek meraklıyım.  aryamu, ı -ı - ı-larıyla bana eşlik eder, ben ona okurum. sonra ya sıkılır başka bir şeye geçeriz, ya da uyur. hamileyken; kül kedisi türevi masalları içermeyen ve farklı ülkelerin masallarının derlendiği kitaplar aldım. belirtmek lazım ki, bu tür masal kitaplarını bulmak çok kolay değil. umuyorum ki, toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirmeyen  masalların sayısı artacak ve kızıma o masalları da okuyacağım.
p.s: çocukken beni koynuna alıp o an uydurduğu masalları anlatan anneannemi özledim, söz verdi kızıma da masal anlatacak.

7 Şubat 2011 Pazartesi

yaşasın teknoloji


şekil 1A
aryamu ile baş başa geçirdiğimiz dört günde benim kitap okumama, duş almama, yemek yememe yardımcı olan pek sevgili dönenceye, çok muhterem salıncağa, pork pork domuzcuğa, oyun halısına teşekkürlerimi iletirim. şaka bir yana hakikaten gececi kızımın enerjisine yetişemeyince teknoloji yardım etti bana. salıncağında uyuyor olması da pek bi şahane tabii. her zaman güneşini göstermenin bir yolunu bulan istanbul'da havalar pek karamel son günlerde, biz de balkon ve site içi dolaşmaları yaptık.balkonda bulunmayı pek seven aryamu her zamanki gibi odaya dönüşlerde bol ağladı.(şekil 1A) çoğu zaman da balkona dönüş yaptık:) blogda f 'ninyurt dışında olduğunu okuyup ding dong yapan arkadaşlarımızın sürprizlerine sevindik.sonra f  geldi, çok bi çok sevindik.
                                                       
 

3 Şubat 2011 Perşembe

televizyon

televizyonu hayatımdan iyice çıkarmaya çalışıyorum. epey zamandır da başarılı gidiyorum. her ne kadar f çok tv izliyorsun elma dese de, ı-ı ben artık çok tv izlemiyorum zira kendileri bu dünyada gördüğüm en tv izlemeyen şahıs olmasından ötürü benim fazla tv izlediğimi düşünmektedir. kendi kriterinde haklılık payı var ama başarımı da inkar etmeyelim değil mi? tvden uzaklaşmamın aryamu ile ilgisi yok. yani çocuğum oldu tv zararlı, alışmasın, radyasyon vb durumlarından tamamen bağımsız ve evvelden alınmış bir karar. akşamları tvnin kapanmasını istemediğim zamanlar vardı, f ısrarla kapatalım, müzik dinleyelim, film var süper bir tane derdi ama ben aklım tvde olduğundan yanaşmazdım. f için müzik dinlemek sıradan bir iş değildir, bir ritüeldir. her bir enstrümanı tek tek dinler, müzik dinlerken başka bir söyleneni duymaz.iyi bir dinleyicidir ve iyi bir icracıdır. her ne kadar epey süredir bateri çalamasa da onu dinlemek benim için büyük zevktir. nerede kalmıştım, velhasıl televizyon hayatımdan çıkarken yerini daha çok kitaba, daha çok müzik dinlemeye ve daha çok sohbete bırakıyor. yaydığı ışınların beni ne kadar uyuşturduğunu daha iyi anlıyorum, karşısına kurulduğumda hemen uykum gelirdi,mayışık geceler geçirirdim. an'larımı kaçırmıyorum artık. düzensizlik düzenim olamadı henüz ama tv konusu tamamdır.. yuppi:)

şu anki mutluluk: aryamu mışıldatmada, ben ise internette.yanımda sıcak çikolata, kulağımda chet baker

2 Şubat 2011 Çarşamba

yoğurt


 ben bir yoğurt severim. hem de pek bir seven cinsindenim. buzdolabımda yoğurt olmazsa evde de bişi kalmamış yahu hissiyatına girerim.
bakalım neymiş bu yoğurt dedim..
işte öğrendiklerim:

simyagerler ortaçağ'da kendilerini iki şey bulmaya adamışlar: biri sonsuz yaşam için yaşam iksiri;diğeri, sahip olanın doğa üstü güçlere sahip olacağına inanılan filozof taşı. simyagerlerin bu uzun savaşımı sonunda kimya biliminin doğuşu ile sona erdi, simya yerini pozitif bilim olan kimyaya bıraktı. peki yaşam iksiri ve filozof taşı bulundu mu?

filozof taşından haber yok ama bilinen bir şey var ki insankızının yaşamını sağlıklı bir biçimde etkileyen bir iksire sahip olduğu yani yoğurda.

ünü doğudan batıya, kuzeyden güneye yayılmış. dünyadaki yaygın tüketimi 100 yıldır ancak doğu ve ortadoğu coğrafyalarında yüzyıllardır tüketildiği tahmin ediliyor.

kleopatra'ya göre pürüzsüz bir cildin simgesi, cengiz han'a göre gücün kaynağı, gandi ise yoğurdun erdemin simgesi olduğuna inanıyormuş.

ilk yoğurt üreticilerinin orta asya türkleri olduğu inancı yaygın. bu yüzden olsa gerek hemen hemen tüm dünya dillerine, yogurt olarak girmiş. yoğurdu doğu coğrafyalarından ilk keşfeden ingilizlermiş. dünyanın yoğurda ilgisi ise 1900lü senelerin başında ortaya çıkmış. bağışıklık sistemi üzerine çalışmalarıyla, 1908 nobel tıp ödülünü alan, pasteur enstitüsü öğrencisi ilya metchnikoff, insanların çabuk yaşlanmalarını önleyecek bir formül üzerinde çalışıyormuş. metchnikoff, yaşlanmanın, kalın bağırsakta depolanan zararlı bakterilerin vücudu zehirlemesinden kaynaklandığını düşünüyormuş. bir süre hayvanların kalın bağırsakları üzerinde çalışma yapmış, daha sonra uzun yaşayan ırklar üzerinde çalışmalar yapmış. özellikle bulgaristan'da her bir kişiden dördünün 100 yaşın üzerinde olduğunu ve bu kişilerin de düzenli olarak yoğurt yeme alışkanlığına sahip olduğunu belirlemiş. çalışmalarının sonunda lactobacillus bulgaricus adını verdiği etkili ve asit üretici bir organizma bulmuş. yoğurdun içerdiği laktik bakterileri keşfetmesiyle, yoğurdun mide ve bağırsak sistemi hastalıklarında ilk kez tedavi amaçlı kullanılması da başlamış.
yoğurt, türkiye ve güneydoğu avrupa ülkelerinde koyun ve keçi sütünden, abd ve orta avrupa ülkelerinde inek sütünden, mısır ve hindistan da ise manda sütünden yapılırmış.
yedi tür antibiyotik ihtiva eden yoğurdun; mide , bağırsak hastalıkları, zehirlenmeler,uykusuzluk sorununa kadar kalkan görevi gördüğü bilimsel olarak kanıtlanmış.
içerdiği a,d, ve e vitaminlerinden ötürü, kalsiyum deposu. bu nedenle osteoporoz için de başlıca kurtarıcı olarak görülüyor. tabii yumurta kapıya gelince değil de küçük yaşlardan beri tüketilmesi öneriliyor.
kaynaklar: vikipedi
                  bütün dünya
                  çiçek erdem ocak 2000

1 Şubat 2011 Salı

tavsiye

ben her nasılsa evde olduğum halde hastalanmayı başarıyorum. mikrobik bir durumum var galiba. tez zamanda bir boğaz kültür verile! yine halsizleştim. neyse ki burnum akıyor. tamol, parol kardeşler de pek işe yaramıyor doğrusu. e ilaca da yüklenemiyorum. bu dönemlerde bana iyi gelen karışımları yazayım, özellikle hamile olan ve emziren kadınların bilgisine sunulur.
  1. paluze/peluze: pek bir meşhurmuş, ben 32 yaşımda öğrendim ve çok sevdim.1 tatlı kaşığı buğday nişastası+1 bardak su ya da süt =ateşte jel kıvamına getirilir ve üzerine tercihen tarçın serpilir.
  2. 1 kırmızı pancar+ 1 havuç+ 1 demet maydanoz= meyve sıkacağına atılır. tadı rengi kadar muhteşem olmasa da acayip enerji verdi bana. tadı ögg geldiyse 1 tatlı kaşığı bal da katabilirmişiz.bir de yudumladıktan sonra aynaya bakın,rujunuzun rengini beğenecek misiniz?
  3. taze zencefil rendelenir, bal ile karıştırılır. boğazımı çok yumuşattı.
    
süper icat


31 Ocak 2011 Pazartesi

sevmiyorum seni amsterdam

haftalardır of gelmese dediğim gün geldi. iş icabı amsterdam'a gitti, dört gün yok. bu ayrılıklar bizim için alışılmamış bir şey değildir aslında. o gider, ben gider- dim! işte bu yazıyı tıkırdatmamım sebebi bu di'li geçmiş zaman takısı. ben sek sek sekerek mahmure selin, giderdim! çok uzaklara olmasa da giderdim işte. e avmler mikroplu, dışarısı buz. kırismısta da aryamu hastalanınca, ödüm mödüm her bir şeyim koptu zaten diye diye iyice eve tıkıldım(k). sevgili okuyanlar bu amsterdam bana iyi gelmedi. geçen sene on gün şangay'da kalmıştı da, o on gün nasıl geçti anlamamıştım. yani fotolara bakınca epey bir zamanım asmalı mescit'te geçmiş,sonradan anladım.
uzun lafın kısası aryamu ile ilk başbaşa gecemizi geçireceğiz bu gece. p.s: aryamu'daki mu takısı nedir diye soranlar oldu, hemen yazayım; rumca'da ciğim,cuğum,cığım manasındadır.çocukluk belleğimden kalanlardan.dedeler, anne/babanın anneleri de aryamu diyorlar artık ona. gececidir aryamu. saat 03.00'ten evvel uyumaz. son iki gündür 02.00'de uyuyor da erken uyudu diyorum. e gece boyunca onunla oynamamak istediğim zamanlar oluyor elbet. işte o zamanlar, işten eve beyni uyuşmuş bir şekilde gelen ile;  evren'in yazısında çok hoş bir şekilde bahsettiği gibi/ ki yazısını döner döner okur, gülerim/ atem tutem men seni yapıyoruz biz de. f  hayatım, du bi üzerimi değiştireyim demek zorunda kalıyor,o kadar atem men seni yani.
hadi bakalım dört gün tam zamanlıyız,aryamu ile başbaşayız.

kısa cümle: ahmet kaya dokunma yanarsın'da ne güzel söyler:
upuzun çayırlarda yalınayak koşmak istiyorum
saçlarım rüzgara konuk..yüzüm dağlara dönük

işte uzun zamandır en çok istediğim şey bu!

mutluyum: aryamu iki eliyle yanaklarıma dokundu
mutsuzum: oh mis! ekmek fırını gibi mutfak sanki cümlesini kurdurtan ekmek makinası bozuldu.

30 Ocak 2011 Pazar

+24! nasıl yani?

geçtiğimiz gün tvde iki genç kadının 19 yaşlarında oldukları için babylon'daki caz konserine giremeyeceklerini babylon'un kapısına geldiklerinde öğrendiklerini ve şaşkınlıktan küçük dillerini yutmuş olduklarını izledim. nooluyo acep diyerek nette bir araştırma yaptım ve tapdk yönetmeliği kapsamındaki etkinliklerde 24 yaş uygulamasının başlamış olduğunu öğrendim. babylon'da alkollü içecek markalarının destek verdiği etkinliklerden mütevellit 24 yaş altı kişiler babylon'da müzik dinleyemeyecek. iyi de bu ülkede sponsor olmadan herhangi bir sanat etkinliği düzenlemek mümkün mü? onlar destek vermezse konserler de olmuyor maalesef. bu gerçeği görmezden gelerek esas meselenin çevresinde dolaşmanın kime faydası var.

işte babylon'un açıklaması:
BABYLON‘DA TAPDK YÖNETMELİĞİ KAPSAMINDAKİ ETKİNLİKLERDE 24 YAŞ UYGULAMASI BAŞLIYOR:

Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’nun hazırladığı, 7.1.2011 tarihli ve 27808 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkilerin Satışına ve Sunumuna İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliği’nin geçtiğimiz günlerde yürürlüğe girmesiyle beraber Babylon işletmesi olarak bir takım yeni düzenlemeler yapma kararı aldık. İşletme sahipleri için birçok ağır ceza içeren bu yeni yönetmelikte henüz açığa kavuşturulmamış bazı detaylar bizi bu konuda harekete geçmeye itti. Babylon işletmesi ve iş ortaklarımızın bu yeni yönetmelikten zarar görmemesi adına 28 Ocak Cuma 2011 tarihinden itibaren Babylon’da alkollü içecek markalarının destek verdiği etkinlikler için 24 yaş uygulamasını kapıda kimlik kontrolü ile başlatıyoruz.

Bu bağlamda sırf bu özel etkinlikler ekseninde 24 yaşından küçük müzikseverleri ve Babylon takipçilerini Babylon’a kabul edemeyeceğimizi üzülerek belirtiriz. Şimdiye kadar bize her şekilde destek olan genç Babylon takipçi kitlemizden bu sebeple özür diler, elimizde olmayan sebeplerden dolayı aldığımız bu karar sebebiyle büyük üzüntü duyduğumuzun tekrardan altını çizmek isteriz. 11 yıldır İstanbul’u dünyada temsil etmeye devam eden, Türkiye’nin bütün şehirleriyle müzik aracılığıyla köprüler kuran, müzik dünyasından sayısız büyük ismi Türkiye’ye getiren, Türkiye’den dünyaya açılan birçok projenin mutfağı olan Babylon, 11 sene boyunca savaş, deprem, ekonomik kriz ve global krize rağmen ayakta kalmayı başardı. Umudumuz bu hassas konuda da doğru çözüme ulaşılması.

Bu uygulama sadece alkollü içecek markalarının destek verdiği etkinlikleri kapsamaktadır. Bu etkinlikler 24+ ibaresiyle tüm poster, basılı malzemeler ve web/sosyal medya mecralarımızdan duyurulacaktır. Şu an Babylon’da olan bu tip etkinliklere hali hazırda bilet almış olan 24 yaş altı tüm kişiler için bilet iadesi 6 ay süresince yapılacaktır. Uygulama 28 Ocak Cuma akşamı Oldies But Goldies partisiyle beraber resmi olarak başlayacaktır. 
BABYLON

29 Ocak 2011 Cumartesi

feminist politikanın son sayısı çıktı

Feminist Politika 9.sayida neler var?

Novamed grevini hatırlamak / Feryal Saygılıgil * Torba Yasa Tasarısı kadınları değil aileyi gözetiyor! *Kadınlar kadınlarla dayanışmada / Necla Akgökçe* “Erkeklerden Alacaklıyız” kampanyası sürüyor… * Ey duhul, orada kadın var mı? / Hasbiye Günaçtı *Cinsel görünümlü şiddet alanında feminist yöntem arayışı / Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu * Söyleşi: Dayanışmaya... / Funda Ekin * Tacize dair… / Derya Turna * Feminist bir bakıştan milliyetçilik ve heteroseksizm / Nükhet Sirman * Sînorên Zimanê me, Sînorên Cîhana me / Dilimizin sınırları, dünyamızın sınırları / Handan Çağlayan * KESK’i olağanüstü kongreye götüren süreç

Feminizmin politik öznesinde kimler var? / Gülnur Acar Savran *  İyi ki feministiz / Ayşe Düzkan * Bilinç yükseltme hâlâ gerekli mi? / Stella Ovadia * Örgütlenme: Nereden nereye? / Filiz Karakuş * Nerde devlet, nerde bu feministler!.. / Aksu Bora * Teori ve politika birlikteliğinde feminizm / Özlem Kaya * Dayanışma merkezi deneyimleri / Ülfet Taylı * Feminizmin hukukla ‘imtihanı’ / Meriç Eyüboğlu * Yuvarlak Masa: Bir ihtimal daha var: Kadın dayanışması * Sınır tanımayan feminizm üzerine / Ece Kocabıçak * Patriyarkayla ‘esastan’ mücadele / Hülya Osmanağaoğlu * Birlikte düşünmek için / Candan Yıldız

TÜSİAD’la neden görüşmüyoruz? * Bellek: Kadınlar Halk Fırkası / Yasemin Köken * Kadın dayanışması, başörtülü “bayanlar” ve anti-feminizm / Selin Çağatay * Sen kötü olmak zorundasın Karolin! / Burcu Şentürk * Nasıl feminist oldum? / Deniz Gökçe * Evli barklı kadın /  Dilek Şentürk * Nuryoldaş’a mektuplar - 1 (intiharım politiktir)/Gülhan Davarcı * “Normal”: Ne korkunç bir kelime / Ceylan Sezin * Türkiye’den haberler * Dünyadan haberler * Bugünlerde projeciler neler yapıyor? / Çağla Diner * Nü Kolektif’in yorumuyla Sürüne Sürüne Erkek Olmak / Nacide Berber * Vanessa ve Virginia / Tuğba Özcan * Öykü: Kürtaj / Meryem Fehime Oruç * Hiç Şaşırmadık!

Sosyalist Feminist Kolektif
sosyalistfeministkolektif@gmail.com
www.sosyalistfeministkolektif.org
Adres. Tel sok. No.20/3 Beyoğlu-İstanbul
Tel:0212 243 49 93

arya'nın müzikli kutuları

 aryamu gündüz uykularından birine daha doymuştur. mahmurluğunu atmaya çalışmaktadır. gerinir, kolları bir o yana, bir bu yana açılır.hemen bir müzikli kutularından birinin anahtarı çevrilir ve aryamu'ya re-günaydın öpücükleri verilir, birikmiş ballar toplanır. o sırada kutudan gelen müziği duyan aryamu gülücükler atar, bacaklarını havaya kaldırır, selin'in yanağına dokunur. hızınını alamayan selin, aryamu'yu ham ham yapar.
geçen hafta fark ettim ki aryamu'nun dönencesinden sonra diğer favorisi müzikli teneke kutular. tıpkı anne ve babası gibi o da bu kutuları seviyor. gerçi anne ve babası müzikli müziksiz tüm dekoratif teneke kutulara bayılır.evde sayısı henüz bilinmeyen teneke kutular gün gelecek arya'nın oyuncakları olacak.

26 Ocak 2011 Çarşamba

düzensizlik düzenim olsun

düzenli olma, evdeki her şeyin yerinde olması bir takıntı durumu. itiraf ediyorum ben öyle bir kadınım. düzen hastasıyım. dağınıklık ruhumu sıkıyor. boşveremiyorum. ama çok yoruluyorum. topla topla bitmiyor. her şey toplanıyor, katlanıyor. kütüphaneden bir şeyler ararken bakıyorum kategorize ettiğim kitaplar bozulmuş, öffleyerek eski haline getiriyorum. buna bir son vermeli. bırak dağınık kalsın demeli.kağıtlar düzenli olacak, dosyaların etiketleri takılmış olacak, ajandalar yıllarına göre arşivlenecek cek de cek.. arya'lı hayatla birlikte bu takıntı tarih olmalı. büyüyecek her şeyi dökecek yerlere, şimdiden alışmalıyım. bu akşam hiç bir şeyi toplamayacağım. bakalım ne kadar bunalacağım. denemeli..

21 Ocak 2011 Cuma

metalaştırılmaya çalışılan su!

doğu karadenizliyim ben.
deniz ve dereler benim çocukluk hatıralarımın başrol oyuncularıdır. hala da her yaz gider, hırçın karadeniz'in serin sularına kendimi bırakırım, yoksa koca yaz denize girmemiş gibi hissederim.ayağımı soktuğumda, ayağımı ve bileğimi donduran suyunu hatırlarım hep o minik derenin. macera diye bir yerlerimizi yırttığımız ilk gençlik yıllarımızda, arkadaşlarmız ile yazın yaptığımız "camel trophy" lerde coşkuyla akan derenin muzo'nun terliğini kapıp götürmesi aklıma gelir, tebessümle hatırlarım o yılları. 90'lı yılların ortalarında bilemezdik ki bir gün gelecek de derelerimize göz dikecekler, üzerlerinde ipotek kurmaya çalışacaklar. hiç aklımıza gelmezdi. memleket bizim için su demekti, yağmur demekti, bulut demekti. hepsi insanlığın ve doğanındı ve biz gül gibi yaşayıp gidiyorduk yüz yıllardan beri. neoliberal politika ne demekti duymamıştık, bilmezdik. metaşlatırma ne demekti hiç haberimiz yoktu. kapital okuyan bir abla vardı o zamanlar plajda, okumuştur meta analizlerini, ama biz anlamazdık pek. insanların ve doğanın suya erişiminin izin ve icazete bağlanacağı günler gelecek deseler haçan sen aklini peynür ekmekle mi yedün daa? derdik, güler geçerdik. ama oldu, o günler geldi. 2000'li yılların başından itibaren suyun metalaşması yönünde ciddi adımlar atıldı. plajda kapital okuyan abla bile şaşırmıştır, belki şu an mücadele edenler arasındadır. çünkü zaman direniş zamanıdır. sularımıza, derelerimize, fındığımıza, çayımıza sahip çıkma zamanıdır. çok basit! su hayattır ve s-a-t-ı-l-a-m-a-z! suyu su olmaktan çıkaranlara karşı örgütlü bir şekilde karşı durmalıyız. suyun ticarileştirilmesine hayır platformu canla başla suyu su olmaktan çıkaranlara karşı duruyor, sermayeyi kollayanlarla mücadele ediyor. ama karşımızda doymak bilmeyen, her şeyi ipotek altına almaya çalışan neoliberal politikalar var. o yüzden daha kalabalık, daha örgütlü olmayız. ayrıca meraklılarına gaye yılmaz'ın suyun metalaşması adlı kitabını öneririm,sav eylül 2009. oldukça iyi hazırlanmış bir çalışma.

suyun metalaşması en çok kadınları vuracak


20 Ocak 2011 Perşembe

kullandığımız kozmetikler ne kadar güvenli?

geçtiğimiz pazar sevgili seda bana bir siteden bahsetti. minik kızı için kullandığı pişik kremi, nemlendirici losyon ya da soğuktan cildini korumak için satın aldığı kremlerin güvenirliğini denetlediğini ve çıkan sonucun hoşuna gitmediğini söyledi. bağımsız olduğu söylenen çevre çalışma grubu tarafından, binlerce ürün hakkında bilgi depolanmış.araştırmak istediğiniz ürünün adını yazıyorsunuz ve ürünün tehlike derecesinin aralıklarını size veriyor. bu mesele hakikaten önemli. hamileliğimden bu güne kadar kullanmasam da hamilelik
öncesi kullandığım ürünleri akşam eve gidince önüme aldım ve teker teker araştırdım. sonuçlar pek iç açıcı değil. zararlı olduğu söylenen bir sürü minik kutuya yüklüce para veriyoruz üstelik.daha önemlisi de çocuklarımızın poposuna defalarca  pişik kremleri sürüyoruz. acaba ne kadar güvenliler? araştırmanızı tavsiye ederim.

19 Ocak 2011 Çarşamba

ninni uydurma çalışmaları bölüm I

anne olunca anladığım şeylerden biri de ninni mefhumunun ne kadar önemli bir şey olduğu. ve benim ninni işinden hiç anlamadığım. çocuğu olan arkadaşlarıma dikkat ediyorum, repertuarlarında epey ninni var yoksa da iki dakikada uyduruveriyorlar. ooh bebekler bir rehavete kavuşuyor, gözler kayıyor, mışıldatmaya çabuk geçiliyor. ben de bir iki ninni söyleyeyim dedim. her söylemeye başladığımda arya'nın mevcut uykusunun kaçtığını, gözlerini fal taşı gibi açıp yüzüme dikkatli baktığını fark ettim. bunda bir gariplik var derken ninnilerimin pek bir marştan bozma olduğunu söyleyince ayıldım. hakikaten devrimci marşların ezgilerini arya'lı cümlelerle bezeyerek sözüm ona ninnileştiriyormuşum. e tabii olmuyor, arya yemiyor.
sonra ninni işini pek bir ciddiye alarak araştırmaya başladım. evde ninni ile ilgili herhangi bir kitap bulamadım. çocukluk hafızamda da anneannemin uydurduğu ninnilerden eser kalmamış. e ben de ulu bilge gugıla sordum; dedim önce ninni nedir bir öğreneyim, temelim sağlam olsun:P

"ninni, çocuğun uyumasının sağlanması ya da ağlamasının durması için, sade bir dille ve hece ölçüsüne göre ezgili olarak söylenen ezgili şiirlerdir. söyleyeni belli olmayan bu ürünler dörtlüklerden ve nakarat bölümlerinden oluşur. özel bir beste ile söylenir. bu sözler annenin o andaki ruh durumunu yansıtır."
neymiş:
  • bir adet dörtlük ve nakarat bulmalıyım,
  • özel bir bestesi olmalı,
  • ve o andaki ruh halime uygun olmalı ama hah işte mesele bu benim o andaki ruh halimi duruma uydurmak. yumuşak ve duygulu bir hale bürünmesi gerekiyor bu ruhun, miting ruhuna değil! * önemli nokta! 
-- bir de neden sadece annenin ruh durumu? babalar ninni söylemiyor mu ey cinsiyetçi tanım?   
amy robbins'in sitesi gayet güzel. ninnilerin faydalarından bahsederken; iletişim, gelişim ve yatıştırmak olmak üzere üç noktaya dikkat çekiyor. ninnilerin numuneleri de sitede mevcut. 


arya'da uyku belirtileri baş gösterince hah dedim sıcağı sıcağına uygulamaya geç bakalım. dörtlük ve nakarat bulamadım, bir ezgi buldum veri tabanımdan, güfte olmayınca napayım lololoya başvurdum. koridorda atılan 5-6 turdan sonra şıppadak uyudu. sonuç mu bkz foto..

bostandan kovulan dananın başrolde olduğu dandini dastanadan başka başka ninnileri hafızama yerleştirmeliyim. youtubedan ninni bestesi aşırıp, arya için sözler yazacağım.bakalım ne çıkacak..
tamam söz yumuşak, duygulu..  

bugün 19 ocak




dört sene oldu, hala adalet yok.
on beş celse geçti, hala müzekkerelere cevap yok.
katledileceği bilgi olarak pek çok kişiye geçmiş ama hala bilgimiz yoktu diyorlar.
faşizme inat,
kardeşimsin
hrant..

12 Ocak 2011 Çarşamba

2011'e dair..



öncelikle seneye nasıl başlarsan bütün yıl öyle gider zırvalığına inanmıyorum, zaten akıl sağlığım için inanmamalıyım zira seneye arya ile bir hastane odasında girdik. yani inanmayayım di mi..


kararlar, dilekler.. akla ilk gelenler..

karar bir : olumlu olmak ve bünyelerini olumsuzluk bürümüşlerden uzak durmak,

dilek bir:   daha fazla kitap okuyayım,

dilek iki:   arya sağlıklı olsun,

karar iki:  gözlükten kurtulmak,

dilek üç:   şu ahir ömrümde bi dikiş diksem,

karar üç:  daha çok seni seviyorum demek,

karar dört: fedakarlık iyi hoş ama feda ile karlılık oranıma dikkat etmem gerek,

dilek dört: bitmek bilmeyen yurdagül'ün boşanma davası artık nihayete ersin,

dilek beş:  kadına yönelik şiddet bitsin,

dilek altı: adliyelerde baro kreşleri olsun,

karar beş: daha çok seyahat etmek,

karar altı: kırbacı, dizgini bırakıp atın üstünde durmak,

iyi hatırladığımız bir yıl olur umarım..






11 Ocak 2011 Salı

nerede kalmıştık?

yazmak istediğim pek çok şey var zira evren'in dediği gibi yazmak kişiyi rahatlıyor. füsun, haklıymışsın, bebekli hayatta kendine zaman ayırmak kolay değilmiş. yeni kayda tıklamak iki ayı aşkın bir zaman aldı. bir de içimden pek yazmak gelmiyordu, gelene kadar bekledim.
hadi bakalım dök içini selin.

bebekli hayat kolay değil. hele bir de hiç yardımsız bebekli hayat çok daha zor. lohusalık mefhumu, mastit, geçmek bilmeyen meme ucu yaraları, hormonların oyunları, arya'nın çıkmak bilmeyen gazları.. ay yazarken bile içim sıkıldı. neyse, hemen şunu da yazayım yazılarda negatifliklerden uzak durmaya çalışacağım zira 2011 için aldığım kararlar var, ki onları daha sonra yazacağım. f evden çıkıyor, 12 saat sonra geliyor. ben eve sığamayan bir kadınken evden çıkamaz hale gelmişim. bebek bakımından ne anlarım derken, minicik bir bebekle baş başa kalıyorum. bir iki gün bol ağlamalı geçiyor. arya'nın memeden başını çekip bana baktığı o andan itibaren artık ağlamıyorum.
panik yok, plan var diyorum ve başlıyorum okumaya, internetten kitaplar sipariş ediyorum zira netteki her bilgiye güvenmem. doktora bir iki kez ulaşamayınca doktoru değiştiriyorum, doktora ulaşamama stresi ile uğraşamam. artık eskisi kadar evin düzenine, pür -i pak olmasına da dikkat etmiyorum. ancak malum alerji meselesi sebebiyle arya'nın etrafındaki eşyaların tozsuz olmasına özen gösteriyorum.arkadaşlarımın, dostlarımın bana ulaşmasına yardım ediyorum, telefonuma daha sık bakıyorum, gönderilen postaları cevaplıyorum. f 'nin evde olduğu tek gün olan pazar günlerine selin'in tatil günü payesi verdim.şimdilik eve yakın mesafelerde dolaşıyorum, gittikçe alanımı genişleteceğim. kendimle ve uğraşılarımla baş başa kalmak için daha neler yapabilirim derken bebek salıncağı almaya karar veriyorum, istediğim gibi bir model bulmak ve siparişin elimize ulaşması zaman alsa da en sonunda elektrikli bir salıncağa kavuşuyoruz.(m) arya; sıkıldım gel beni al, acıktım, diğerlerini çıkardım ama bu gazı çıkaramıyorum, uykum geldi, burada uyumak istemiyorum diye seslenene kadar salıncağında oturuyor. ben de onun karşısına oturuyor ya internette ya da kitaplarla oluyorum. yemek yemek, çamaşır asmak artık mümkün. bu formüller şimdilik beni mutlu ediyor. şu aralar aklımdaki tek sorun, şubat'ın 22sinde başlayacak olan duruşmalarıma nasıl gideceğim. sağ sütü, koy biberona versin biri işte dediğinizi duyuyorum ama arya biberonu almıyor.emzik almadığı gibi biberonu ağzına dokundurunca sinirleniyor, kafasını yana itiyor. başka bir marka biberon deniyeceğim bakalım, umarım.. bu zamana kadarki duruşmalara arkadaşlarım ve müvekkillerim girdi, bu günlere geldik. müvekkillerimin hepsinin kadın olması ve benimle dayanışmak istemeleri bana çok iyi geldi. yine ve her zaman yaşasın kadın dayanışması..


bu günlerde artık daha olumlu ve sakinim. özellikle hastane sürecini geçirdikten sonra
daha güçlü hissettim kendimi. bebeğinizin hastaneye yatmasının sizde yarattığı psikolojik boyut biraz yüklüce oluyor. önce ben grip oldum, sonra arya alerjik bronşioilt oldu. alerjik astımlı bir anne olarak kızımın da bir gün ventolin-pulmicort ikilisi ile tanışacağını tahmin ediyordum ama 2.5 ay biraz erken oldu. hastane sonrası evde bakımla şimdi iyi. mutluluk:)
bu süreçte ziyaretleriyle, telefonlarıyla bana güç veren dostlarıma ve özellikle her gün yanımda olan sfklı kadınlara derinden teşekkür ederim.



8 Ocak 2011 Cumartesi

arya geldi!

gece epey geç uykuya dalabilmiştim, değişik bir enerji vardı içimde, uyutmamıştı beni. arya da pek bir hareketliydi, hatta hareketleri canımı acıtıyordu. tarihler 27 ekim 2010'u, saatler ise 07.30'u gösteriyordu. uyuyordum ama hissettiğim sıcaklık uyandırmıştı beni. evet akıntıydı bu, bakalım su ne zaman gelecek derken, su da epey bir boşaldı. f. evden çıkmak üzereydi, "huu co" doğum başladı dediğimde yüzünde beliren ifadeyi unutamam. çantalarımızı kaptık, hastaneye gittik.
merak edenler, yaz yaz dediniz yazıyorum, yoksa malum doğum hikayesi yazmaya pek gönüllü değilim. ağrı yok, su boşalmış.benim eve gidesim var, az buçuk başıma ne işler gelecek korkusu da var. eve gideyim, ev cok yakın dedim doktora, yok daha neler dedi. o zaman kızmıstım ona,ama haklıydı elbet. suni sancıyı verdiler kanıma, bir saat sonra başladı ağrı.f. ve kardeşim ile sohbetlerimizi edemez hale gelene kadar yattım o yatakta. sürekli yürümek istiyordum. sonra epidural takılması için o lanet odaya girdim. bir saatte zor taktılar. açılma 8.5 olmuş, ağrıdan ruhum bedenimden ayrılmak üzere,görevli bana cenin gibi dur diyor. o an onu boğazlamak istedim ve bırak dedim istemiyorum epidural falan, doğuracağım burada. ıkınma ile baş edemez durumdaydım. neyse işinin ehli bir personel geldi ve 10 saniyede taktı. sonra doğumhane.. çok neşeli bir doğumdu dedi hemşire elif. doğumun neşelisi olur mu canım dedim, olurmuş. ben ne gerginlikler gördüm bu odada değince anladım tabii. ağrı olmadığı zamanlarda espiri yapıp onları ve kendimi rahatlatıyordum. hakkını vermek lazım doktor pek yumuşaktı, sabırlıydı. f.'yi ne zaman istersem çağırırım dedi. ben son 15 dakikada gelsin dedim. f.'nin yanıma gelmesi bana iyi geldi. karnım çok açtı ama beni en çok zorlayan susuzluk oldu. 3,5 saatte her şey bitti. miyopluktan biraz flu idi etraf ama pembe bir popo gördüm, onu asla unutmam. sedye ile çıkarken hasbiye'yi gördüm, kapıdaymış, fotoğrafımı çekiyordu. o an ona çok sarılasım geldi ama gücüm yoktu. odaya çıktık, ne diyeceğini bilemeyen ama gözleri yıldız yıldız f., anneler,babalar,hasbiye, filiz,erbil, öykü,berrin, özen.. telefonlarda sevinç dolu sesler....mutluluk.


arya geldi, çok hoş geldi! selin'in hayatı değişti.